Esmâü’l-Hüsnâ ile Zikir -1-
Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinin lafız ve mânâ olarak toplandığı en yüce kelime Allah kelimesidir.
Bu yüce isme, bütün Esmâü'l-Hüsnâ'yı mânâ olarak bünyesinde taşıması sebebiyle İsm-i Âzam da denir. Allah ism-i şerifi, özel bir isimdir ve hiçbir kelime bu kelimenin yerini tutamaz.
Allah ism-i şerifi, sadece O'na has olması sebebiyle, Cenâb-ı Hakk'ın ulûhiyetini, tevhidini en güzel şekilde ifade eden ismidir.
Allah ism-i şerifi, hiçbir yaratılmışa verilemez. Sadece Yüce Allah'ındır.
Cenâb-ı Hakk, Meryem Sûresi'nde şöyle buyurdu: "(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabb'idir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. O'nun bir adaşı olduğunu biliyor musun? (Asla benzeri yoktur)."
O'nda rububiyyet mânâsı olduğu gibi, kalan mânâların da tümü O'nun altında gizlidir.
Allah ism-i şerifinden baştaki "elif" kaldırılırsa, "lillah" kalır. "Allah için" mânâsını taşır.
"Lillah"ın başından birinci lam kaldırıldığı zaman, "lehu" kalır. "O'nun için" mânâsını taşır.
"Leh"in başından ikinci lamı kaldırdığımız zaman, "Hu" kalır.
"O" mânâsını taşır.
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İLE ZİKİR
Yüce Allah, Esmâü'l-Hüsnâ'ya dâir şöyle buyurur: "De ki: 'İster Allah deyin, ister Rahmân deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.' Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.
'Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun' de ve tekbir getirerek O'nun şânını yücelt!"
"En güzel isimler (Esmâü'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O hâlde, O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır."
Bu âyetlerde en güzel isimlerin Allah'a ait olduğu ifade edilmekte ve Allah'a o isimlerle dua etmemiz ve zikretmemiz emrolunmaktadır. Hadis-i şerifte, "Allah'ın doksan dokuz adı vardır. Onları ezberleyen muhakkak Cennet'e girer" buyurulmuştur.
Ebû Hureyre'den; "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Allah'ın doksan dokuz ismi vardır; kim o isimleri ezberlerse Cennet'e girer. Allah tektir, teki sever."
Tirmizî'nin rivâyeti ise şöyledir:
"Allah'ın doksan dokuz ismi vardır; kim onları sayarsa, Cennet'e girer. O isimler şunlardır: Huvellahullezî lâ ilâhe illâhû, elMeliku'l-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbid, elBâsit, el-Hâfid, er-Râfi', el-Muizz, el-Muzill, es-Semî', el-Basîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mucîb, el-Vâsî', el-Hakîm, el-Vedûd, elMecîd, el-Bâ'is, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mubdî', el-Mu'îd, el-Muhyî, elMümît, el-Hayyu, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, elEhad, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müteâlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Muntakim, el-Afuvv, er-Raûf, Mâliku'l-Mülki Zû'lCelâli vel-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi', el-Ganiyy, el-Muğnî, el-Mâni', ed-Dârru, en-Nâfi, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedî', el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es-Sabûr."
İbn Mâce ise leyyin bir senedle şu rivâyeti nakleder:
"Yüce Allah'ın, bir eksik yüz (yani doksan dokuz) ismi vardır. O, Tek'tir, teki sever. Kim o isimleri ezberlerse Cennet'e girer: Allah, el-Vâhid, es-Samed, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, er-Rahmân, erRahîm, el-Latîf, el-Habîr, es-Semî', el-Basîr, el-Alîm, el-Azîm, elBerr, el-Müteâl, el-Celîl, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Kâdir, el-Kâhir, el-Aliyy, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mucîb, el-Ganiyy, elVehhâb, el-Vedûd, eş-Şekûr, el-Mâcid, el-Vâcid, el-Vâlî, er-Raşîd, el-Afuvv, el-Gafûr, el-Halîm, el-Kerîm, et-Tevvâb, er-Rabb, el-Mecîd, el-Veliyy, eş-Şehîd, el-Mübîn, el-Burhân, er-Raûf, er-Rahîm, el-Mubdî', el-Mu'îd, el-Bâ'is, el-Vâris, el-Kaviyy, eş-Şedîd, edDârr, en-Nâfi', el-Bâkî, el-Vâkî, el-Hâfid, er-Râfi', el-Kâbid, elBâsit, el-Muizz, el-Muzill, el-Muksit, er-Rezzâk, Zû'l-Kuvveti'lMetîn, el-Kâim, ed-Daim, el-Hâfız, el-Vekîl, en-Nâzir, es-Sâmi', el-Mu'tî, el-Mâni', el-Muhyi, el-Mumît, el-Câmi', el-Hâdî, el-Kâfî, el-Ebed, el-Âlim, es-Sâdık, en-Nûr, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitr, el-Ehad, es-Samed, Ellezî lem yelid, velem yûled, velem yekun lehu küfüven Ehad."
(Râvi) Züheyr der ki: "Bize birçok âlimden ulaşan habere göre baştan şöyle başlanır: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü bi-yedihi'l-hayr. Ve hüve alâ külli şey'in Kadîr. Lâ ilâhe illallâh. Lehû'l-Esmâu'l-Hüsnâ."
Esmâü’l-Hüsnâ ile Zikir -2-
Cenâb-ı Hakk'ın her isminin mânâsına göre insanda bir tecellisi vardır. İmam Ali'den (radiyallahu anh) şöyle rivâyet edilir: "Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) vitirinin sonunda şöyle derdi:
Allah'ım, gazabından rızâna; cezalandırmandan affına sığınırım. Senden Sana sığınırım. Sana olan övgülerimi saymakla bitiremem. Sen kendi Zât-ı Ecelli A'lânı nasıl övmüşsen öylesin."
Bu güzel isimlerin mânâlarını açıklamaya şüphesiz lisân da yetmez, kelimeler de yetmez. Çünkü isimlerinin bazıları insanlara da verilse; Cenâb-ı Hakk'ın, insanlara verilen bu isimleri insanlara verilenlerden ayrı olarak Arapça "lâm-ı tarif" ile, yani "ال" / "el" takısıyla beraber O'na özel olarak kullanılır.
İnsanlara da "Kerim" ismi verilir ama O "el-Kerim"dir. Mutlak cömert olandır. Mutlak cömert olmak "el-Kerim" olmak, O'na özgüdür. İnsanlara da "Kadir" ismi verilir ama O, "el-Kadir"dir. Mutlak gücü her şeye yetendir. Mutlak kuvvet sahibi olmak O'na özgüdür. Bu yüzden O'nun bütün güzel isimleri tevhidin, O'nun ulûhiyetinin göstergesidir.
Esmâü'l-Hüsnâ'dan bazılarını, Türkçe'de ifade ettiği mânâlarının az bir kısmını aktararak, birer âyetle Cenâb-ı Hakk'ın dilinden aktarmaya çalışalım: Huvellahullezî lâ ilâhe illâhû (c.c.): O öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yoktur.
Allah ismi, Cenâb-ı Hakk'ın bütün Esmâ-i Hüsnâ'sını içine alan hass isimdir. Lafza-i Celâl'dir. O'ndan başkasına ne hakikkat, ne de mecazi mânâda verilemez.
Allah ismi Kur'ân-ı Kerim'de, 114 sûrede, 1859 âyette, 2670 kez geçer. Yani Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona hatmeden kişi Allah ism-i şerifini 2670 kez zikretmiş olur.
Diğer zamanlarda da Allah ismi ile zikretmek O'nun hass ismi ile O'nu anmak gereklidir.
"O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır." er-Rahmân (c.c.): Kullarına acıyıp merhametli olan.
Rahmân ve Rahîm isimleri rahmet kelimesinden türemiştir. Rahmân, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini ifade eder, bütün yaratıkları kapsar. Rahmân ismi Rahîm isminden daha hususîlik ifade eder. Bu yönü ile Allah'ın Zât ismi olan Allah ismine yakındır.
"İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır."
Er-Rahîm (c.c.): Sonsuz merhamet sahibi olan. Rahîm ismi, Kıyâmet Günü'nde yalnız mü'minlere yöneldiğini ifade eder.
"(Resûlüm!) Kullarıma, Benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver."
El-Melik (c.c.): Bütün âlemlerin tek sahibi ve meliki olan.
"Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun, de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!"
El-Kuddûs (c.c.): Noksanlık ve hatadan münezzeh olan.
"Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, Azîz ve Hakîm olan Allah'ı tesbih eder
Es-Selâm (c.c.): Kullarına selâmet ve huzur veren.
"Allah onunla, rızasını izleyenleri selâmet yollarına iletir, onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir."
El-Mü'min (c.c.): Kullarını gazabından emin kılıp emniyet veren.
"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üsündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir."
El-Müheymin (c.c.): Kullarını devamlı gözetleyen ve himâyesinde tutan.
Kur'ân-ı Kerim'de, Haşr Sûresi 23. âyette geçer. (Yukarıda geçti.)
El-Âziz (c.c.): Mağlubiyet bilmeyen; güçlü ve tek gâlip olan.
"Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar Senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz Sen izzet ve hikmet sahibisin, dedi."
El-Cebbâr (c.c.): Hükmünü ve dilediğini hakkı ile yerine getiren. Kur'ân-ı Kerim'de, sadece Haşr Sûresi 23. âyette geçer.
El-Mütekebbir (c.c.): İzzet, şeref ve saltanatından dolayı ihtişamı ve büyüklüğünde tek olan. Kur'ân-ı Kerim'de, Haşr Sûresi 23. âyette geçer.
El-Hâlık (c.c.): Bütün mahlûkatı yoktan var edip yaratan. Kur'ân-ı Kerim'de, Haşr suresi 24. âyette geçer.
"De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gâyet iyi bilir."
El-Bârîu (c.c.): Eşyayı örneksiz yaratan, icat edip var eden.
"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun'dur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir."
El-Musavvir (c.c.): Her şeye keyfiyetine göre sûret ve şekil veren.
"Ve seni dilediği bir sûrette terkib eden."
El-Gaffâr (c.c.): Kullarının günahlarını bağışlayan, mağfireti çok olan.
"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) üstündür, çok bağışlayıcıdır."
El-Kahhâr (c.c.): Her şeyi kahrı ile yok eden. Tek gâlip ve hâkim olan.
"O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allah'ındır."
El-Vehhâb (c.c.): Nimet hazineleri katında olan. Karşılıksız nimetlerini veren.
"Yoksa Azîz ve lutufkâr olan Rabb'inin rahmet hazineleri onların yanında mıdır!"
Er-Rezzâk (c.c.): Her mahlûkata ve kullarına ihtiyaçları olan rızkı bol bol veren.
"Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."
El-Fettâh (c.c.): Kullarına rahmet, ilim, feyiz ve sır kapılarını maddeten-mânen açan.
"De ki: Rabb'imiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir."
El-Alîm (c.c.): Her şeyin başını ve sonunu, açık ve gizlisini kemâli ile en iyi bilen.
"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi, 'Bunu sana kim bildirdi?' dedi. Peygamber, 'Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi' dedi."
El-Kâbid (c.c.): Dilediğinin nefsini, rızkını, ilmini ve feyzini alan ve onu tutan, sıkan ve daraltan.
"Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de, bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz."
Kelime-i Tevhid
Kelime-i şehâdet hem İslam’ın, hem de imanın şartıdır. Amelin de, akaidin de ortak cümlesidir
"Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" diyen her insan, mü'mindir. Çünkü o Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Peygamber'in (a.s.) de O'nun kulu ve resûlü olduğuna iman ediyor.
Bu inancın ispatı için de ibâdet etmek gereklidir. Bunlar da namazdır, oruçtur, hacdır, kelime-i şehâdettir.
Kelime-i şehâdet hem İslam'ın, hem de imanın şartıdır. Amelin de, akaidin de ortak cümlesidir.
Dolayısıyla bir mü'minin hem imanın, hem de İslam'ın şartını yerine getirebilmesi için bu cümleyi, zikir cümlesi olarak diline ve gönlüne hâkim kılması lazımdır. Yürürken, otururken, kalkarken, sohbet ederken, her zaman ve her yerde bunu yaparsa, bu imanın altı şartını ikrardır, kalbe tasdik ettirmektir.
Kelime-i tevhid ise şöyledir: "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah." Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.a.) Allah'ın Resûlü'dür.
Bu mübarek kelimede iki büyük hakikat vurgulanmaktadır:
1- Tevhid (Allah'ın birliği ve hakikati).
2- Nübüvvet (peygamberlik müessesesi).
Esasen tevhid ve nübüvvet ayrı şeyler olmayıp, birbirinin tamamlayıcısıdır. Bir başka ifade ile gerçek anlamda tevhide ulaşmak, ancak nübüvvet yoluyla mümkündür. Nübüvvetsiz tevhid hakikatine ulaşmak mümkün olmaz.
Kelime-i tevhid cümlesinin ilk kısmını söyleyip ikinci kısmını söylemeden, Muhammedu'r-Resûlullah demeden gerçek mânâda "Lâ ilâhe illallah" demek mümkün değildir.
Cenâb-ı Hakk, Kur'ânı Kerim'de şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resûlüne ve sizden olan ulu'l-emre itaat edin. Eğer Allah'a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah'a ve Resûlüne arz ediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir."
Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerime ile inananlara, Allah'a itaatten sonra Resûlüne de itaati emretmiştir. Resûle itaatin müşahhas anlamı da Resûlün vârisi olan "ulu'l emr"e itaattir. İşte bu itaat silsilesi âyet-i kerimede zikredilmiştir.
Bu emrin inancımızdaki genel ifadesi, kelime-i tevhid olarak bildiğimiz, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedu'r-Resûlullah"tır.
Bu inanca şahitlik etmek ise İslam'a girmenin olmazsa olmaz şartı, kelime-i şehâdettir. Bu şehâdet cümlesini tasdik edip söylemeden, ona inanmadan İslam'a girilmiş olmaz. "Muhammedu'rResûlullah" demeden gerçek mânâda "Lâ ilâhe illallah" demek mümkün değildir.
Cenâb-ı Hakk'ın Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a ve âhiret gününe çağırdığı tevhid inancı budur.
Eğer Resûlün ölçüsü ve vahyin gösterdiği doğrulukta Allah'a iman gerçekleşmez ise, zan ve evham, hatta nefis ve Şeytan işin içine girer. Allah'a şerikler ihdas edilir.
Bu bakımdan Hz. Muhammed'i dışlayan Ehl-i Kitab'ın Allah'a iman idddiası geçersizdir. Onlar hâlis tevhidden uzaktır, teslis gibi şirk unsurlarına saplanmışlardır. O bakımdan Kur'ân-ı Kerim onları tevhid inancına çağırır:
"De ki: Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aramızdaki âdil şu söze gelin, onda karar kılâlım: 'Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim. O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'tan başka Rab edinmesin.' Eğer bu dâveti reddederlerse, 'Bizim, Allah'ın emirlerine itaat eden Müslümanlar olduğumuza şahid olun' deyin onlara."
Bu âyette-i kerime, Ehl-i Kitabı şirk unsurlarından ayıklamaya çalışıyor, onları açıkça tevhide çağırıyor ve onları şirke sapmaları sebebiyle zemmediyor.
Nübüvvet kapısı, son peygamber Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi) ile kapanınca; Cenâb-ı Hakk nübüvvet nurunu devam ettirecek velâyet kapısını açtı. Bu kapıdan geçmeden nübüvvet denizine, oradan da ehadiyyet deryasına ulaşmak mümkün değildir.
O halde, tevhide ulaşmak için nübüvvete, nübüvvete ulaşmak için de velâyet yoluna muhtacız. Risâletin şâhı Peygamber Efendimizden sonra, velâyetin başı İmam Ali, sonu ise Hz. Fâtıma evladından olan İmam Mehdî'dir.
Bütün peygamberlerin gönderiliş sebebi de yeryüzünde tevhidi ilan etmek, gönüllerde tevhidi hâkim kılmaktır.
Peygamber Efendimiz, Cehennem ateşinden azad olmanın kelime-i şehâdet cümlesini söyleyenler için olduğunu beyan ediyor:
"Kim Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in de O'nun Resûlü olduğuna şehâdet ederse, Allah ona ateşi haram kılar."
Başka bir hadis-i şerifte ise kelime-i şehadeti inanarak tam bir ihlâs ve sadakat ile söyleyenlerin Cennet'e gireceğini beyan ediyor: "Lâ ilâhe ilallah, Allah katında çok değerli bir kelimedir. Allah katındaki yeri çok büyüktür. Kim tam bir ihlâs ve sadâkat içinde onu söylerse, Allah onu Cennet'e koyar. Kim de onu inanmayarak söylese bile, kanı da korunur, malı da korunur. Ama yarın Allah'a kavuştuğunda hesabı görülür."
Kelime-i tevhidi söylemek Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve âlihi) şefaatine nâil olmaya sebeptir.
Ebû Hureyre'den, "Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi ve âlihi) sordum: 'Kıyâmet Günü insanlar içinde şefaatinle en fazla mutlu olacak kişi kimdir?'
'Hadis'e karşı ilgini gördüğüm için senden önce bunu kimsenin sormayacağını biliyordum. İnsanlar içinde şefaatimle en fazla mutlu olacak kişi tam bir ihlâs içinde kalbinden lâ ilâhe illallah/ Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, diyendir' buyurdu." Lâ ilâhe illallah bütün amellerin üstündedir.
Ümmü Hâni'den, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Hiçbir amel lâ ilâhe illallah'ı geçemez. O, (silmedik) hiçbir günah bırakmaz."
Ebû Saîd'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Mûsâ dedi ki: 'Ya Rabbi! Bana Seni zikredebileceğim bir şey öğret!'
Allah, 'Ey Mûsâ! Lâ ilâhe illallah, de!' buyurdu.
'Bunu her kulun söylüyor?'
'Lâ ilâhe illallah, de!'
'Lâ ilâhe illâ ente. Ben kendime özgü olan bir şey istiyorum' deyince, Allah şöyle buyurdu:
'Ey Mûsâ! Yedi kat gök, Benden başka O'na iman edenler ve yedi kat yer bir kefede, lâ ilâhe illallah da öbür kefede olsa, mutlaka lâ ilâhe illallah'ın bulunduğu kefe ağır basar.'"
Ebû Hureyre'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kul büyük günahlardan kaçınıp, tam bir ihlâs içinde, 'lâ ilâhe illallah' derse, Arş'a değin ona gök kapıları açılır."
Gerçek manada hürriyete Zikrullah ile erişilir
Kelime mânâsı olarak kul olmak, esir olmak demektir. İnsan, her hâl ü kârda mutlaka esirdir. İnsan, zayıf ve âcizdir. Mutlaka bir şeye yönelecek ve bel bağlayacaktır
Kelime mânâsı olarak kul olmak, esir olmak demektir. İnsan, her hâl ü kârda mutlaka esirdir. İnsan, zayıf ve âcizdir. Mutlaka bir şeye yönelecek ve bel bağlayacaktır.
Neticede, insan duygularının esiridir. Ya iyi duygularının ya da kötü duygularının esiridir. İnsan nefsinin esiridir.
Meşreb-i sufiyyede hürriyetin mânâsı ise, ikinin bire rücû etmesidir. Bir'de; o hazinede, o deryada yok olmasıdır. İnsan, nefis kademelerinden geçerek, kendinden yani kendi benliğine ait olan bütün duygulardan kurtulup Sahibi ile beraber olduğu zaman; büyük bir hazineye, büyük bir servete, büyük bir sevdaya kavuşur. Tecelliye kavuşur. İşte bizde hürriyet bunun adıdır.
Bunun da yolu ibâdettir. İbâdete, Allah'ı tanıma yoluna sarılmalıyız. İbâdeti hayatımıza geçirmemiz lazımdır. İbâdetin zevk-i mânevîsini/mânevî hazzını kul olarak tatmamız lazımdır.
Onu sadece belirli bazı zamanlara hasretmeden, hayatımızın tamamına yaymamız lazımdır. Kulluğun özü ve aslı da budur. Her zaman Allah ile beraber olma özlemi, arzusudur. Bir insanın Allah ile beraber olma hâli, her işinde Allah'ın rızâsını gözetme hâli, ibâdet hâlidir.
Bir ânlık Allah ile beraber olma hâli ruhu/kalbi tatmin etmez. Bütün demlerde kul, O'nunla beraber olacak ki ruh tatmin olsun. Bu da dâim zikir/her dem zikir ile Rabb'in güzel isimlerini anmakla, güzel âyetlerini okumakla, kısaca kulu O'na kavuşturacak yolu hayata geçirmekle olur.
ZİKİRDE HÂKİM UNSUR ALLAH'I TEVHİDDİR
İslam'ın ilk şartı Kelime-i Şehadet'tir. Kelime-i Şehadet şöyledir: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu."
Anlamı şudur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim.
Kelime-i Şehadet cümlesini söylemeden İslam dairesi içine girilemez.
İslam, her şeyden evvel Allah'ı insanlara tanıtır. Varlık içinde en temel gerçek, "Vacibu'l-Vücud" gerçeğidir. Cenâb-ı Hakk'ın Zâtı kendiliğinden vardır ve var olması için başka bir varlığa muhtaçdeğildir. Her varlığın ilk sebebi O'dur. Her şey Allah'tan başlar, sonunda yine O'na döner. En büyük gerçek, ulûhiyet gerçeğidir.
Bu sebepledir ki, ilk vahiy şöyledir: "Yaratan Rabb'inin adıyla oku."
İnsanın önce Allah'ı bilmesi ve tanıması lazımdır. İnsan ancak böylece kulluk vasfını kazanabilir. Kulluk vasfı ise insan için en büyük şereftir. Cenâb-ı Hakk'ın insanları yaratmaktaki maksadı da O'na kul olmaları içindir.
Ulûhiyetin temeli tevhiddir. Tevhid, Cenâb-ı Hakk'ın birliğini ve her şeye hâkim olduğunu vurgulayan hakikattir.
Tevhid gerçeği en öz ve sarih bir şekilde İhlas Sûresi'nde vurgulanır: "De ki: O, Allah'tır, gerçek İlâh'tır ve Bir'dir. Allah Samed'dir. Ne doğurdu, ne de doğuruldu. Ne de herhangi bir şey O'na denk olmuştur."
Peygamberlerin ve kitapların gönderiliş maksadı, tevhid hakikatini insanlara bildirmek içindir.
Bütün ibâdetler, Allah'ın birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
"Ululuk ve ilim sahibi olan Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir varlık yoktur. Arş-ı Âzam sahibi Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir varlık yoktur. Göklerin, yeryüzünün ve Arş-ı Kerim'in Mâliki olan Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir varlık yoktur."
İbâdetler, Allah'ı zikir için yapılır. Zikir, bütün ibâdetlerin özüdür. Aynı zamanda müstakil bir ibâdettir.
Zikirdeki hâkim unsur Allah'ı tevhiddir. Zikir lafızları bu yüce mânânın hakikati durumundadır. Bu bakımdan zikir lafızlarında bir bütünlük görülmektedir. Bu bütünlük tevhiddir.
Kelime-i tevhid olsun, Cenâb-ı Hakk'ın esmâsını bünyesinde taşıyan Allah ismi şerifi olsun ve O'na özel tüm isimleri tevhid hakikatini vurgulamaktadır."
Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt
… Ehl-i Beyt'in fertlerini kaleme alıyoruz. Hz. Fatıma annemizi, İmam Ali'yi, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'i anlatıyoruz.
Hakim, Mecmaü'l-Beyan'ında şu hadisi nakleder:
"Peygamber şöyle buyurdu: 'Allah peygamberleri muhtelif şecerelerden yaratmıştır. Ama Beni ve Ali'yi bir şecere ve ağaçtan yaratmıştır.
Ben o ağacın kökleri mesabesindeyim. Ali ise o ağacın gövdesi. Fatıma ise o ağacın meyve vermesine bir vesiledir.
Hasan ve Hüseyin bu ağacın meyveleridir. Bize tabi olanlar da bu ağacın yapraklarıdır.
Birisi tam 3 bin yıl Allah'a ibadet etse dahi bizim ailemizi sevmediği sürece Allah onu yüzü üstü ateşe atacaktır.'"
Hz. Peygamber ondan sonra Meveddet Ayetini tilavet buyurdu. Yani, "De ki: Ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum." (Şura 23)
Sünni hadisçi İmam Müslim'in Sahih adlı eserinde, "Mübahale Ayeti nazil olunca Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve 'Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir' diye buyurdular" şeklindeki hadis rivayet edilir.
Bazıları Peygamberin hanımlarını veya Haşimoğullarını da Ehl-i Beyt'in içinde kabul etmeye çalışsa da hadislere ve ayetlere göre Ehl-i Beyt beş kişi ile sınırlıdır.
Cenab-ı Hakk'ın (cc) sevilmesini ayetle farz kıldığı Ehl-i Beyt, kuralları Kur'an-ı Kerim'in iki kapağı arasında emredilmiş İslam dininin yaşayan canlı numuneleridir.
Onlar, İslam terbiyesiyle yoğrulmuş güzel ahlakın, adaletin, cömertliğin, muhabbetin, Allah rızası istikametinde yaşamanın, nezaketin ve nezafetin örnekleridir.
Sünni dünya peygamberimizin Veda Haccı'nda buyurduğu, "Size iki emanet bırakıyorum. Biri Allah'ın kitabı Kur'an ve diğeri Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız sürece hidayettesiniz" beyanından Ehl-i Beyt'i çıkararak sünnetim ifadesini koymuştur.
Oysa sünnet, Ehl-i Beyt'tir. Her mezhep ve meşrebin merkezi Ehl-i Beyt'tir.Prof.Dr.Haydar Baş