MİLLİ UÇAK SANAYİMİZİ KİMLER ENGELLEDİ?
Canibim.Com

MİLLİ UÇAK SANAYİMİZİ KİMLER ENGELLEDİ? - Canibim.Com

                            Bir zamanlar uçak üretip satıyorduk

79 yıl önce bugün (7 Haziran 1942) Türk Hava Kurumu Etimesgut Uçak Fabrikası’nın ilk uçağı havalanmıştı. Tabii daha önce, havalanan, hatta birçok ülkeye satılan Türk yapımı uçaklar da var. Çünkü “İstikbal göklerdedir” diyerek bin yıllık hedef ve vizyon ortaya koyan Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sadece 16 ay sonra (16 Şubat 1925) Türk Tayyare Cemiyeti’ni (Türk Hava Kurumu) kurmuştu. Hedef o dönem yalnızca gelişmiş ülkelerin ufkunda olan havacılık sanayisinin tüm unsurları ile Türkiye’de oluşmasıydı.


Bu bağlamda da Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren hava harp sanayiine büyük önem verildi, 1926 yılında Kayseri Uçak Fabrikası ve özel teşebbüs kapsamında 1930’lu yıllarda da Vecihi Hürkuş ile Nuri Demirağ’ın uçak fabrikaları kuruldu.


2. Dünya Savaşı’nda da Türkiye’nin bu alandaki faaliyetleri devam etti, savaşın o zor şartlarında dahi ciddi bir altyapı gerektiren THK Etimesgut Uçak Fabrikası (1939-1940) kuruldu. İlk uçak da 7 Haziran 1942’de havalandı... Etimesgut Uçak Fabrikası’nın önemli özelliklerinden bir tanesi, yurtdışından patentli uçakların üretim ve revizyonunun yanında tamamı yerli tasarım uçaklar geliştirmek üzere bir çalışma içeriyor olmasıydı.


Nitekim bu kapsamda da yine Atatürk’ün “sadece uçak değil motor da üreteceksiniz” diye görev verdiği kadrolar 1945’te uçak motoru fabrikasını kurmuşlardı. Dahası uçakların aerodinamik testleri için 1947’de yapılan Ankara Rüzgâr Tüneli dünya ölçeğinde bir teknolojiye sahipti.


Sonrası malum... ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında elinde kalan savaş uçaklarını Türkiye’ye ucuza sattı ya da hibe etti. Yani sözüm ona kıyak! adı altında Türkiye’nin ağır sanayii ve uçak üretimine darbe vurdu. Ve o güne kadar yüzlerce uçak üretip satan Atatürk’ün fabrikaları tek tek kapandı. Kimi traktör motoru kimi de çatal, kaşık fabrikası oldu.


Yapımı yıllarca süren Ankara’daki Rüzgâr Tüneli’nin akıbeti ise hala meçhul... İşte o ABD şimdilerde de F-35’leri vermem diye Türkiye’ye şantaj, baskı yapıyor. Tıpkı 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında uyguladığı ambargo gibi.


Dolayısıyla da Türkiye yeniden kendi milli savaş uçağını üretmek için yoğun bir çaba sarf ediyor... Tabii göz göre göre yitirilen Rüzgâr Tüneli’nin yenisini yapmak içinde. Dün bu durumu bir dönem THK Genel Başkanlığı da yapan emekli Hava Pilot Korgeneral Dr. Erdoğan Karakuş ile konuştum. Hem uçak fabrikaları hem de rüzgâr tünelinin akıbeti hakkında anlattıkları üzüntü vericiydi:

 

“Uçak fabrikası sadece Etimesgut’ta açılmış değil. 1925’den itibaren Kayseri’de bir şekilde THK’nın fabrikası kurulmaya başlanmış. Mesela o yıllarda Kayseri’ye tren falan da yok o yüzden de orada kurulacak fabrikanın parçaları 1-1,5 metrelik demirler halinde Almanya’dan İskenderun veya Mersin limanına getiriliyor. Oradan da katırlar sırtında Kayseri’ye taşınıyor, fabrika öyle kuruluyor.


O yıllarda çeşitli yerlerde çeşitli uçak üretimi söz konusu. Hatta 1930’larda Türkiye kendisine uygun bir şekilde helikopter bile üretmiş. Rüzgâr tünelinin yapımı da 10 yıl falan sürüyor. Verilen para da Türkiye’nin bir yıllık bütçesi kadar düşünün. Yani rüzgâr tünelini yap sonra da ABD’ye teslim ol.


Ben kıtaya 1966’da çıktım. Pilot teğmen olarak Eskişehir’e gitmiştim. Kapatılan bir fabrikayı gezdiğimde gördüklerim şunlardı: Bir hangar fıçıların içerisinde mandalina portakal yetiştirmişler öyle duruyordu.


Bir hangarda da uçakların alüminyumundan askeri okullara tencere tava, çatal bıçak, hafif olsun diye ranzalar bir de paşalara karyolalar üretmişlerdi. ABD’nin bizim üretimimizi durdurmak için her türlü uçağı vermesiyle maalesef rüzgâr tüneli de kullanılamaz hale geldi. O tüneli ben Lojistik Komutan yardımcısıyken Hava Kuvvetleri’nin yardımıyla ODTÜ 1998’de faaliyete geçirdi. Ama şimdi ne oldu bilmiyorum.”

Şu anda Rüzgâr Tüneli yok yani?

“Yok eskisi vardı onu da ne yaptılar bilmiyorum. Beştepe’deydi önüne bina falan yaptılar yıktılar mı attılar mı kenara, onu bilmiyorum. Ama şu an TUSAŞ rüzgar tüneli yapmak için uğraşıyor… Çünkü uçak üretiminde birinci şart rüzgâr tünelidir.


Bizim bir Hava Kuvvetleri Komutanımız vardı. Her yıl yapılan NATO toplantılarının Kuvvet Komutanları toplantısı bölümünde Fransız meslektaşı ile arasında geçen 1998 falan olabilir, bir diyaloğu şöyle anlatmıştı: ‘Fransız komutan bana dedi ki siz İstikbal göklerdedir diyen bir liderin yolundan gitmediniz ve Amerikalılara teslim oldunuz.


Ama biz Fransızlar 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bize uçak, tank, denizaltı üretmememiz için elinden geleni yapan ABD’yi dinlemedik. Ve bugün nükleer silahımız da, uçağımız da var. Bakın NATO’da ABD’den çok şey almayan ülke Fransa’dır. ‘Bu nedenle de yüzüm kızardı demişti komutanımız.”

 

 

O fabrikalar kapanmasaydı, bugün hangi konumda olurdu Türkiye?

“Bugün Amerika konumunda olurduk. ABD o zaman bunu gördü, fark etti. Türk Savunma Sanayii oluşmaması için ABD istihbarat örgütleri feci bir şekilde çalışmaya girdi. 1964’ten sonra ABD ambargosu bizi perişan ediyor diye yavaş yavaş bir çalışma söz konusu oldu, 1974 yılındaki Kıbrıs harekâtından sonra 1975’de ambargo konulduğunda da aklımız biraz başa geldi.


Ama tam gelmedi. Neden gelmedi? Çünkü bu işten nemalananlar var. Ne kadar ABD’den alırsan o şekilde menfaatlenenler var. Ya da yurt dışından ithal edilen savaş sanayisiyle ilgili alınanların hepsinin aracıları söz konusu olduğundan TSK’nın bir şekilde her şeyi milli yapması zor noktaya gelmişti...”


Yani dememiz o ki; evet son yıllarda Türk Savunma Sanayii’nde önemli gelişmeler var ama eğer Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında Atatürk’ün başlattığı bu hamleleri sekteye uğratmasaydık, hani şimdilerde “F-35’leri vermem ya da askeri, ekonomik ambargo uygularım” diye ABD’nin baskı yapması, efelenmesi falan varya, hepsi hikayeydi. Dolayısıyla bugün düşünecek olan da biz değil ABD’ydi...

----------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                                               Virüs laboratuvarda mı üretildi

Başlıktaki soru aslında bugünün sorusu falan değil salgının başından bu yana hep gündemde.

 

Bir grup biliminsanı virüsün genetik yapısına ve biraz da kötü ve farklı marifetlerine (!) bakarak yeni koronavirüsün “laboratuvar üretimi” yani “çakma bir virüs” olduğunu ileri sürerken, bir başka grup da “Olmaz öyle şey!” deyip soruyu cevaplamaya bile değer bulmuyor. Peki, doğrusu ne? Elimizde net ve açık bir bilgi yok. Yok ama son günlerde bu belalı virüsün “yapma” veya “çakma” olabileceğini düşünenlerin sayısı bir hayli arttı. İtiraf edeyim bu düşünce daha doğrusu şüphe bende de var. Nedenine gelince...




KUŞKUM VAR ÇÜNKÜ... (1)
CDC ESKİ DİREKTÖRÜ ROBERT REDFIELD BAKIN NE DİYOR 

CDC/HASTALIK Kontrol ve Önleme Merkezi ABD’nin en önemli sağlık kurumlarından biri. Bu kurumun önceki başkanlarından Robert Redfield, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada “Koronavirüsün laboratuvar kaynaklı olabileceğini ileri sürdüğüm için ölüm tehditleri aldım.


Bu tehditler son günlerde daha da arttı. Daha da önemlisi bilim âleminden de adeta dışlandım” dedi. Bilindiği gibi Robert Redfield salgının başından bu yana ısrarla yeni koronavirüsün “laboratuvar yapımı” olabileceğini ileri sürüyor.


Bu düşüncesini Mart 2020’de CNN’e verdiği bir röportajda da açıklamış ve bu virüsün büyük bir olasılıkla “Üretildiği laboratuvardan kaçtığını (!)” ileri sürmüştü. Dr. Redfield bu iddiasını hâlâ kararlılıkla sürdürüyor. Dikkate almamak doğru olmaz.

KUŞKUM VAR ÇÜNKÜ... (2)
DR. FAUCI DE KARARSIZ

ANTHONY Fauci, CDC’nin şimdiki başkanı. Uzun yıllardır, neredeyse taa Reagan’dan bu yana ABD başkanlarına sağlık danışmanlığı da yapıyor. Bugüne kadar çalıştığı başkanlardan sadece Trump’la fikirleri pek uyuşmadı.


Ama o kadar güçlü ve güvenilir ki onu -çok istemesine rağmen- eski başkan Trump bile görevden alamadı. Yeni başkan Biden’ın ilk işi ise Fauci’nin göreve devam edeceğini açıklamak oldu. Kısacası Dr. Fauci mühim bir adam, önemli ve tecrübeli bir biliminsanı. Fauci de salgının başından bu yana virüsün kaynağı konusunda kararsız bir tutum içinde.


Ne var ki geçtiğimiz günlerde ABD’nin saygın gazetelerinden The Wall Street Journal’da yayımlanan ve “virüsün yapay olabileceği”ni düşündüren o önemli haberden sonra Dr. Fauci’nin e-postaları da dolaşıma giriverdi.


Fauci e-posta yoluyla yaptığı yazışmalardan birinde kendisine “Virüsün Çin’in önemli biyoteknoloji bölgelerinden biri sayılan Vuhan’daki bir laboratuvardan çıkmış olma olasılığı var mı?” diye soran bir meslektaşına “Hayır!” demek yerine yuvarlak ifadelerle yanıt veriyordu. Yine bir başka meslektaşının “Bu virüs tasarlanmış bir virüs olabilir mi?” sorusunu da “Sizi yakında arayacağım” diyerek geçiştirmişti.


Gelişmeler, bilim çevrelerinde, Dr. Fauci’nin yeni koronavirüsün Çin’deki laboratuvardan çıktığı iddiasını “örtbas ettiği” düşüncesini güçlendirmeye devam ediyor. Peki, netice? Netice mi?

 

SONUÇ ŞU
‘LABORATUVAR TEORİSİ’ YİNE GÜNDEMDE

BU belalı virüsün laboratuvarda üretildiğini ileri süren “LABORATUVAR TEORİSİ” son günlerde yeniden ve daha çok gündeme geldi, daha çok ön plana çıktı. Dr. Fauci de son zamanlarda “yeni koronavirüsün doğal yollardan çıktığına yeterince ikna olmadığını” söylemeye başladı. Anlaşılan o ki şimdi o da bu virüsün “YAPMA VE ÇAKMA BİR VİRÜS” olabileceği ihtimalini yeniden değerlendiriyor.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

BEKİR HAZAR  
  • 08 Haziran 2021, Salı takvim Gazetesi
 

                                                                            Yazılım

BU topraklarda Batı hayranları türettiler. Avrupa'ya devlet tarafından eğitime gönderilenlere kancayı attılar. Onları balolarla, alkolle, kadınla, localarla tanıştırdılar. Bambaşka bir hayat sunarak ülkelerine düşman Batı'ya aşık hale getirip geri gönderdiler.

 

 
Her şeyi Batı'dan bekleyen, "Sadece Batı yapar" diyen kafaları içimize monte ettiler. İngilizciler, Almancılar diye gruplara ayırdılar. "Ne olacak İngiltere'nin mandası olsak. Daha güzel günler görürdük" diyen anlı şanlı gazetecileri yetiştirip manşet attırdılar.


Bu memlekette ekmek yedirttiler. Ortaya koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nu içeriden parçalara ayıran "İttihatçı kafalar" dediğimiz o Batı hayranı tipleri çıkardılar. Yetmemiş gibi bir de bu ittihatçı kafaları bu topraklarda kurdukları medya ile kahraman ilan ettiler. Düşünebiliyor musunuz Abdülhamid Han gibi bir karış toprak vermeyen dağ gibi adamı bile tarih kitaplarımızda "Kızıl Sultan" diye bizlere okuttular.

 
O yüzden rahmetli Necip Fazıl Kısakürek "İttihatçılık, bir baştan öbür başa sahte kahramanlar sirkidir." diyordu. Siyahı beyaz, beyazı siyah gösterebilecek algı şampiyonu Batıcılar vardı bu topraklarda. Bugüne geldiğimizde değişen bir şey var mı?

 
Hayır. O ittihatçı kafaların torunları aynı yoldan son sürat gidiyor. Silah, tank, SİHA, Uçak gemisi, savaş uçağı yapmaya kalkıyorsunuz muhalefet içinde yuvalanmış bu kafalar ortalığa fırlıyor.

 
"Yapamazük, edemezük… Ne gerek var" diye adeta kendini yırtıyor.
Yerli silah sanayimizi itibarsızlaştırmak için her şeyi yapıyor. Doğalgaz buluyorsunuz "Hayıır" diye bağırarak zıpçıktıya dönüyorlar yine. Alay ediyorlar, dalga geçiyorlar. Neden? Çünkü onların içinde, kalbinde, kafataslarının her hücresinde eziklik var. Biz kimiz ki doğalgaz bulacağız? Bunu ancak Batı başarabilir. Beyinleri kurulu saat gibi sadece bunu biliyor, bunu pompalıyor.

 
Halbuki çok sevdikleri, bazılarının emrine girdiği o Batı'nın başkentlerinde yayınlanan gazetelerde bakın neler yazıyor;

 
BLOOMBERG: "Türkiye, enerjide çok önemli adımlar atıyor. Bir büyük keşif daha. Arka arkaya gelen enerji keşifleri, ülkenin dışa bağlılığını azaltıyor.
ABC NEWS: "Yeni keşfedilen 135 milyar metreküplük doğalgaz, Türkiye'nin elini güçlendiriyor."

 
LE FIGARO: "Türkiye arama çalışmalarının meyvesini topluyor. Karadeniz'de doğalgaz keşfi, Türkiye'yi sevindirdi. Türkiye'nin 'Yüzde 100 yerli gaz' mottosu değişimi de gösteriyor."

 
NEW YORK TİMES: "Türkiye, enerjide de yeni keşiflerle heyecanlanıyor. Yeni dönem daha da belirginleşiyor."

 
DER SPİEGEL: "Türkiye'de yeni keşif heyecanı. Karadeniz'de Türkiye'nin etkisi artıyor."

 
Evet Batı'da bunlar yazılıyor, içeride Batılı sahiplerin köleleri doğalgaz keşfimizi itibarsızlaştırmak için dahi her numarayı çekiyor. Bir zamanlar "Dayan Yorgo seni kurtaracağım" diye demeç veren Kemal Bey'in bazı milletvekilleri aynı itibarsızlaştırma operasyonunu SİHALAR için yapmıştı.

 
Şimdi o batık Yorgo'nun Yunan medyasında hergün yeni bir SİHA haberi yapılıyor. Bunlara son örnek National Herald gazetesi. Gazete haberinde, "Türk SİHA'lar;" başlığı ile Azerbaycan, onları Ermeni güçlerini yok etmek ve Dağlık Karabağ'ın kayıp bölgelerini geri almak için kullandığında olduğu gibi kesin avantaj sağlayan kritik bir eşik.
Sadece Karabağ mı? Libya ve Suriye'de de dengeleri değiştiren bir unsur. Ucuz ve ÖLÜMCÜL BİR GÜÇ. Bu teknolojinin NATO'nun altını oyup oymayacağına dair endişeler var. Ancak Türkiye'ye karşı atılan bir adım yok. Neden?" diye yazdı.

 
NATO'ya gaz verip bizim durdurulmamızı istiyor zavallı Yorgo. Bizim ittihatçı kafalar Batı'yı sever ama oralarda yazılanları, çizilenleri okumazlar. Onlar sadece iç siyasette her şeye karşı çıkma ve itibarsızlaştırma-algı operasyonlarının malzemesi olmaya kurgulanmıştır. Genlerindeki yazılım böyledir. "Biz yapamayız. Eziğiz" yazılımıdır bu! İçlerinden bu devletten maaş alıp "Bu devleti yıkmalıyız" diyen milletvekillerinin bile çıkması şaşırtmaz bizi. Kodlayanlar böyle kodlamıştır. Ne yapalım?

.



Tüm GÜNCEL MESELELER